Zaman Yazıları – V

 

Manolyaya bakma saatlerinde
Ve “bir kadın nasıl olmalı”ydınız
O da size dalıp gitmişken
Eve müzikleriniz başladı:
Mutfaktan Vivaldi,
Bir çavlana karışan gün
Ruhunuz uyum ya sizin
Sonsuz ormandınız artık
Bir çavlana karışan gün
Sizden geçerek güzelleşecek!
Kalbim sizde ve her yerdeydi
Duyuyordum, tüm seslerinizin
Doğada karşılığı var
Konuşurken ya da sustunuz
Gece kayan yıldızları
Tutup yerlerine götürdükçe
Eve müzikleriniz sürüyordu.

Öyle bir zaman mıydı; usumda
Dışardan içeriye güneş,
İçerden dışarıya müzik
Uzaktaydım az sonra
Doğadan geçiyordum; uyum, ses
Hepsi, hepsi kalbinizindi!

Adil İzci
Varlık Dergisi Temmuz 2001 sayısı

Sokrat Gibi

 

Bilim adamlarını tanı bir bir
Sanatçıları, gelmiş geçmiş
Tarih’e sokul biraz, Felsefe’ye
Ülkeler Coğrafyası’na eğil.
Yazın’a dal, şiirlere
Çok önemli Matematik
Gökbilim’de düşlerin en uzak boyutu.

Bunlardan çıkıp dönünce insan
Bak nasıl geçiyor ölüm ürküsü!
Bodrum Kalesi’nden bakarken
Ya da Boğaz’ın iki kıyısı arasında
Evrene karışıp var olmak gibi.

Adil İzci

Manolyalı Ev

 

Evoğlu H. Ergülen’e

Nasıl bulabilirim, neler ve kimlerdendir
Yollarda bazı günler öyle durup
Bir şey var, derin bakış istiyor
-Bundan belki; sessizce eskiyorum ben de-
Manolyalı ev: Derin bakış istiyor:
Kimler, hangi zamandır görünmeden hiç
İçe dönük bahçe, alt kat; günün çoğu
Hepsi bir büyü üzre, avuç sıcaklığında
Pencere, stor masa, onca kâğıt, kalemler
Ve fincanlarla orda uzun süre
İnsansız da aynı; ruh hep deviniyor…
Üst kat, yağmurun ve her şeyin beklendiği
Düşlük! Ve dinlerken geçilen uykular için
Gök ve deniz için! Haziranlar, balkondan
Manolyalar için, ayışığındaki ten gibi
Ve ten gibi koka koka; dokunulmaz
Koklanmaz bile; periler gibi narin
Uykuda çarpan düşünce gibi. Gök açılıyor
İçindeki güzelin rüzgârı dağıldıkça
Bu düşten başkasına silkinirim:
Eğilmiş, yüzünü koklatmak üzre…
Yollardayım, gece yağmur gelip geçmiş
Gök açık ve deniz yakın, lacivert
Ama soğuk ruhumuza kadar inecek ki
Haziranlar, manolyalı ev; kışa hazırlık!

Adil İzci
(Varlık, Kasım 2002)

Düşsu

 

Akışına güneşin konduğu
Her suyla bir düşe kayıyorum
Ağlarda deniz kuşları, henüz solmamış
Serinliğinde rüzgâr, yüzünü yıkıyor.

Yosunlar, gündüz uykularımda
Ölmüş denizkızlarının sessiz elleri
Martılar, yelkenleri özgürlüğümüzün
Her denizle sonsuzluğa gidip gelişimiz.

Balıklardan çok çırpınırken kalbi
Her deniz karayı görmüştür elbet
Bir gün kendini de görebilseydi!

Adil İzci
“Günizi”

Bir Gül Soluğu

 

Bir gül soluğu; yitirilmiş sanırken
Bir şey kımıldatır ki, aynı.

Sanki bunun gibi: Göstermeden pek
Zamanından çok sonra yine açılmış;
Işıldar görülünce. Dönersiniz
Biraz, yitmiş! Yadırganmaz boşluğu:
Ömür eskidikçe binbir gözdür ruh!
Gök ve yapraklarla örtülüyken
Belki uyanmaktır bir aşkın sonu
Yok artık göz değmemiş yerler.

Doğurgan zaman! Bilinmez ki
Kederi susturmak için miydi aşk?
Ama susmadı, susmadı ve yayıldı
Gözleriniz dünya gibi dönmüyor!
Keder usancıyla bırakırken birini
Dökülen diğeri kalbinizi burkar hep.
Ve burda gösterirken çoğu söz
O burdan özgedir; kucaklar durur
Sizden düşmüş onca uzaklıkları.

Adil İzci

Asude

 

Adlarımız bile çoktan eskidi
Ve bir gündü, dehşet içinde anladım:
Sesleri de artık hiç duyulmuyor
Zaman bu neleri silmiyor ki!

Kalbim, bizi en iyi bilen sensin
Anlat ki herşeyimiz ölümlere düşmeden:

Hep aynı köşelerde oturur,
Ve bir türlü o güne sığamazdık.
Yazlar, yokuş aşağı gelip geçer,
Arka odalar poyrazlara dönerdi.
Kadınlar görürdük sabah bahçelerinde
Örtülü müydü yüzleri, sis mi basardı?
-Belki de bellekte Monet rüyası-
Bahçeler biter, imgeler uzanırdı.
Manastıra dalardık, sıkışıp kalmış ruhlara
Duvarlarında gözler vardı, karşılaşırdık…

Zaman bu, hiç durup beklemez ki
Şimdi belleğimde hep o aynı fısıltı:
Adlarınız bile çoktan eskidi! Bittiniz!

Adil İzci

Anı Gibi

 

Sabahı uyandırıp, yeryüzünü,

Elleri yıkanmış, sabun kokulu,
Ardından ekmek almış, taze
Sonra güzelliğine su vermiş aynı ellerle.
Teni haziranda hanımeli, geceden
Bazen de serinlikte buğday tarlası.

Kokularından biri de bu olsun işte!

Adil İzci

Abbas

Haydi abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün söyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumanı,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

Cahit Sıtkı Tarancı

Aaaaaaa!…

Bir Süleyman gördüm hiçbir yanı kımıldamıyor

Oturmuş bir iskemleye
Pek de oturmuşluğu yok iskemle ayaksız
O nasıl şey, bu adam soyut mu ne
Baksan bir ilgisi var elleriyle
Uzamış uzamış uzamış doğrusu elleri
Sevmeye domuzlanıyor gittikçe
Konuştum konuşmuyor
Dürttüm dürtülmüyor
Kızdım, bir bıçak salladım karnına
Aaaa!
Yok yahu bana mısın demiyor

Şaşırdım, yokladım kendimi iyice
Bir çağ mı değiştik sabah sabah ne
Artık ölüm insanlardan olmuyor.

Edip Cansever